Rehine vicdanlar ve değişmeyen ezber: Aileler, siyaset ve savaşların gölgesinde

Balkanlardan Filistin’e uzanan acılar eşliğinde Türkiye’de vicdan–hukuk gerilimi yeniden tartışılıyor. Ailelerin siyasetin ateş hattına sürülmediği, kurallı adalet ve saydam siyaset zemininde toplumsal barışın nasıl güçlendirilebileceğine dair bir analiz.

Rehine  vicdanlar ve değişmeyen ezber: Aileler, siyaset ve savaşların gölgesinde

“Rehine” vicdanlar ve değişmeyen ezber: Aileler, siyaset ve savaşların gölgesinde

YEREL GÜNDEM / İSTANBUL

Kişisel bir hafızadan ortak dersler: Balkanlardan bugüne

Kamuoyunu yakından ilgilendiren tartışmalı başlıklarda “özel savunma” yapmak yerine, toplumsal hafızayı diri tutan örnekler konuşulmalı. Kosova Savaşı’nın yağmurlu bayram günlerinde, Makedonya sınırında bekleyen sivillerin dramı; Türkiye’de akrabalarının evlerine sığınan binlerce mültecinin dayanışmayla hayata tutunması… O dönem gönüllü organizasyonlar, dernekler, hattâ tanınmış isimlerin seferberliği sayesinde dönüş seferleri düzenlendi. Bugünse aynı coğrafyadan çok uzaklarda, farklı başlıklarla, benzer duygular ve derin izler yeniden karşımızda.

Siyasî ittifakların kırılganlığı: “Dün dündü, bugün bugündür”

Türkiye’de farklı dönemlerin ittifakları ve kopuşları, bireylerin hayatlarında ağır bedellere dönüşebiliyor. Bir zamanlar yan yana anılan aktörlerin yolları ayrıldığında, geride kalan aile bireylerinin “fiilî rehine” gibi görüldüğü, hukukun ağır işlediği, merhamet duygusu ile adalet terazisinin birbirine karıştığı iddiaları gündemi meşgul ediyor. Bugün tartışılan dosyalar, dünün yöntemlerinin izlerini taşıyor: Bağlam değişse de “sistem aynı sistem” ifadesi, toplumsal adalet algısındaki yorgunluğu özetliyor. Adalet, yalnızca suç ve ceza üzerinden değil, ailelerin, ebeveynlerin, çocukların ruh sağlığı ve toplumsal barış üzerindeki etkileriyle de ölçülüyor.

Vicdan–hukuk gerilimi: Kimin yükü, kimin çıkarı?

Siyasetin kısa vadeli kazanç hesabı ile yargının uzun vadeli toplumsal meşruiyeti arasındaki makas açıldıkça, “vicdan” çağrıları artıyor. Ancak tek başına vicdan vurgusu, kurumsal hukuk düzeninin yerini tutamaz. Şeffaf, öngörülebilir ve makul sürede sonuçlanan yargı süreçleri; “suçun şahsiliği” ilkesinin korunması; aile bireylerinin siyasî gerilimlerin ateş hattından uzak tutulması, toplumun ortak vicdanını da güçlendirir. Aksi halde “cezalandırma” değil “intikam” duygusu büyür; bu da siyasal kutuplaşmayı tahkim eder.

Savaşların uzun gölgesi: Filistin’den dünyaya yayılan sarsıntı

Geldiğimiz noktada, Filistin’deki tablo herkesin vicdanını zorlayan bir sınav. Yardım koridorları tıkanıyor, insani girişimler kriminalize ediliyor, uluslararası hukukun caydırıcılığı zayıflıyor. Aynı zamanda küresel güç rekabetinin yerel siyasetler üzerindeki etkisi artarken, bölge ülkeleri arasındaki arabuluculuk girişimleri sonuç üretmekte zorlanıyor. Bu manzara, yalnızca dış politika dosyası değil; içeride hukukun, insan haklarının ve toplumsal dayanışmanın sınandığı bir çerçeve. Çünkü dışarıdaki kuralsızlık, içerideki adalet talebini de etkiliyor.

Çıkış yolu: Kurallı adalet, saydam siyaset, insaflı dil

Toplum olarak ihtiyacımız olan, üç ayaklı bir zemin:

  1. Kurallı adalet: Makul sürede, delile dayalı, öngörülebilir yargı süreçleri; suçun şahsiliği ve masumiyet karinesinin titizlikle korunması.

  2. Saydam siyaset: İttifaklar, kopuşlar ve kritik kararlar açık kriter ve kurum kültürüyle yürütülmeli; kişisel ilişkilerin, aile bağlarının ve toplumsal vicdanın “pazarlık unsuru”na dönüşmesine izin verilmemeli.

  3. İnsaflı dil: Toplumsal barışı koruyan; hedef göstermeyen; şahısları değil ilkeleri konuşan bir siyasal üslup. Siyasi hataların bedelini ailelerin, çocukların, anne–babaların ödemediği bir iklim, herkes için güven demektir.

Vicdanı diri tutmanın siyaseti

“Vicdan” çağrısı, hukuku ikame etmez; hukuku insafla tamamlar. Adalet, yalnızca karar cümlesi değil, aynı zamanda yöntem ve sürecin adil olmasıdır. Geçmişin ağır hatalarını telafi etmenin yolu, yeni mağduriyetler üretmek değil; kurumsal hafızayı güçlendirmek, hukuk devletini çıpaya bağlamaktır. Balkanlardan Ortadoğu’ya uzanan acı tabloları bir daha yaşamamak için, içeride adaleti, dışarıda barışı önceleyen bir siyasetin inşası şart. Oğulların, babaları “rehin alan” bir vicdanla değil; hukukun güvencesiyle yan yana durabildiği bir ülke mümkündür.


www.yerelgundem.com

Kaynak:  Şükran Soner / Cumhuriyet