Silivri’den Yükselen Öfke: Fatih Altaylı’ya Üzülelim mi, Ders mi Çıkaralım?

Yalçın Doğan’ın ziyaret ettiği Fatih Altaylı, iş dünyasına sitem etti. Yusuf İnan, Altaylı'nın "öfkesini", geçmişin sessizliğini ve Ukrayna'daki çocuklardan gelen sarsıcı selamı kaleme aldı.

Silivri’den Yükselen Öfke: Fatih Altaylı’ya Üzülelim mi, Ders mi Çıkaralım?

YUSUF İNAN YAZDI...

Silivri’den Yükselen Öfke: Fatih Altaylı’ya Üzülelim mi, Ders mi Çıkaralım?

Gazeteciliğin duayen isimlerinden Yalçın Doğan, geçtiğimiz günlerde Silivri Cezaevi’nin yolunu tuttu. Adresi; Türk medyasının en çok konuşulan, en polemikçi ve belki de en "dokunulmaz" sanılan isimlerinden biri olan Fatih Altaylı’nın koğuşuydu.

Fatih Altaylı 5 ay 17 gündür dört duvar arasında, 5 yıl değil. 20 Haziran 2025’te Teşvikiye’deki evinden alındığından beri, o alışık olduğu spot ışıklarının yerini, cezaevinin soğuk floresanları aldı.

Yalçın Doğan’ın aktardığına göre, Altaylı fiziksel olarak dinç ama ruhen hayli öfkeli. Ancak şaşırtıcı olan, bu öfkenin yönü. Altaylı’nın sitem okları, ne kendisini tutuklayan yargı sistemine ne de siyasi iradeye saplanmış durumda. O, namluyu yıllarca içli dışlı olduğu, sofralarında oturduğu Türk iş dünyasına çevirmiş.

"Bakır Kaplamalı Kasaba Esnafı"

Altaylı, yaşadığı süreçte iş dünyasından "tek bir ses" çıkmamasına içerlemiş. Yıllarca "Türk burjuvazisi" diye parlatılan kesimi, "Üstü bakırla kaplanmış kasaba esnafı" olarak tanımlıyor.

Tespit haksız sayılmaz. Sermaye, doğası gereği ürkektir; güç neredeyse oraya meyleder. Ancak insan sormadan edemiyor: Sayın Altaylı, bu gerçeği fark etmek için Silivri’ye düşmeyi mi bekledi? Yıllarca o "bakır kaplamalı" yapıların en kudretli medya koltuklarında otururken, bu sessizlik yasasını bilmiyor muydu, yoksa o zamanlar o sessizlik işine mi geliyordu?

Empati, Ateş Kendi Ocağına Düşünce mi Başlar?

Fatih Bey’in yaşadığı mağduriyeti küçümseyecek değiliz; özgürlüğün kısıtlanması ağırdır, zordur. Hele ki "Benim durumumda kimse yok, bana özel bir hukuksuzluk var" feryadını anlamaya çalışıyoruz.

Ancak hafıza denen o inatçı kayıt cihazı, bizi geçmişin tozlu sayfalarına götürüyor.

Bu ülkede kumpas davaları yaşanırken, insanlar haksız yere zindanlara atılırken, masumların hayatları karartılırken Fatih Altaylı medyanın amiral gemilerinden birinin kaptan köşkündeydi. O dönem, ekranlarda esip gürleyenler, gazete köşelerinden infaz dağıtanlar olurken; Altaylı’nın o günkü sessizliği, bugünkü feryadından daha gürültülü değil miydi?

Bugün 8 yıldır çocuklarına hasret babalar, anneler varken; Altaylı’nın "5 ay 17 gündür" devam eden Silivri hayatına isyanı düşündürücü.

Hukuk ve adalet, sadece kişinin kendi canı yandığında hatırlanacak bir meta değildir. Başkaları yanarken o ateşe su taşımayanlar, gün gelip o ateş kendi eteklerine sıçradığında yalnız kalmaktan şikayet etmemeli. Buna "ilahi adalet" demesek bile, "tarihsel döngü" diyebiliriz.

Dostluklar ve Yalnızlıklar

Dikkat çeken bir diğer detay, Altaylı’nın Cübbeli Ahmet Hoca ile olan geçmiş hukuku. Reyting rekorları kıran programlarda Cübbeli’ye alan açan, onu popüler kültürün bir parçası haline getiren Altaylı, bugün aradığı manevi desteği bulamamış görünüyor.

Belki de Cübbeli Hoca, "hakiki dost" olsaydı, şov yapmak yerine Silivri’ye iki cilt tasavvuf kitabı veya Risale-i Nur Külliyatı'ndan birkaç kitap gönderirdi. Zira Altaylı’nın şu an ihtiyacı olan şey dışarıdaki dünyanın gürültüsü değil, içerideki sessizliğin tefekkürüdür.

Son Söz: Öfke Değil, Tefekkür Vakti

Fatih Altaylı, içeriden çıktığında o çok kızdığı iş dünyasının "içinden geçer" mi bilinmez. Ancak şu an yapması gereken, enerjisini "Neden beni kurtarmadılar?" öfkesiyle tüketmek yerine; "Ben başkaları yanarken neredeydim?" sorusuyla yüzleşmek olmalı.

Biz yine de Taptuk Emre’nin Yunus’a fısıldadığı o kadim hakikati hatırlatalım: "Üzülme Yunusum, Allah’ın dediğinden başkası olmaz."

Bu vesileyle, Silivri duvarlarını aşıp Fatih Bey’in ailesine, eşine ve çocuklarına ulaşacak küçücük ama manevi yükü dağlardan ağır bir selamı da buraya bırakalım.

Ukrayna’nın dondurucu soğuğunda, şehir dışında ıssız bir bağ evinde tam 8 yıldır babalarından ayrı yaşayan; son 4 yıldır da savaşın, bombaların gölgesinde hayata tutunmaya çalışan Elif (9) ve Ayşe’nin (8) selamı var...

FOTOĞRAF: Ukrayna'da savaşın ortasında, sığınak koşullarında hayata tutunmaya çalışan Elif ve Ayşe İnan kardeşler. Karede Elif (baştan birinci) ve Ayşe (sondan birinci) görülüyor.

O masum yürekler, Altaylı ailesine şöyle sesleniyor:

"Sabredin! Biz 8 yıldır babamıza kavuşamadık. Umarız siz daha kısa süre içinde kavuşursunuz!"

Belki de asıl sabrı, sırça köşklerde oturanlardan değil; savaşın ortasında babasız büyüyen o çocuklardan öğrenmek gerekir.

YUSUF İNAN / YURTTA SULH CİHANDA SULH

Twitter : @Yusufinan2023
Instagram : yusufinan2023
Instagram : fondinan2016
Email : [email protected] 

Web: www.yerelgundem.com