AYM Başkanı Bilmiyor, Posta Kutuları Dolu, Vicdanlar Boş: Bu Ülkede Ses Kime Ulaşıyor?
Gazetecilere ve milletvekillerine iletilen e-postaların yanıtsız kaldığı, yurttaşın sesinin medya, siyaset ve yargıda karşılık bulamadığı bir tabloyu anlatan yazı; AYM’den istinafa, adlî kontrol ve erişilebilir adalet başlıklarına uzanan somut sorunları ve çözüm önerilerini tartışıyor
YUSUF İNAN YAZDI...
Bir AYM Başvurusu Kaç Emekli Maaşı Ediyor?
Karar Gazetesi yazarlarının posta kutuları doluymuş. Fehmi Koru, Taha Akyol, Ahmet Taşgetiren, Akif Beki, Elif Çakır, Mehmet Ocaktan… Türkiye’nin önemli kalemleri. E-posta atıyorsunuz, “quota exceeded” diye geri dönüyor. Garipsemeyin, Meclis’te de tablo farklı değil: Milletvekillerine yazsanız da çoğu okunmuyor. Onlara da hak (!) vermek gerekir mi dersiniz? Seksen beş milyon derdini yazıyor; derdi çok olan bu ülkenin derdini altı yüz vekil nasıl karşılasın, öyle değil mi?
Sorun şu: Bu ülkede yurttaşın sesi kime ulaşıyor?
Medya cevap vermezse
Medyanın bu hale gelmesi tesadüf değil. Kutuplaşmanın gölgesinde, posta kutularını tıka basa dolduran gerçek dertler yerine, “gündem mühendisliği” ile hazırlanmış dosyaların peşine düşmek daha konforlu. Okuyucu mektuplarını açmamak, bir tür “gürültü azaltma” tekniği olarak sunuluyor. Oysa gazetecilik, kalabalığın uğultusundan hakikatin feryadını ayıklama sanatıdır. Kalem, vatandaşa kapanırsa iktidara da muhalefete de sorulması gereken sorular buharlaşır. Sonra ne olur? Şikâyetlerin ses düzeyi artar, çözümün ihtimali azalır.
Siyaset dinlemezse
Muhalefet, kendi içindeki hesaplaşmalardan başını kaldıramıyor. Gündemi, birkaç sembol ismin etrafında dönüp duran reflekslere indirgemek, geri kalan milyonları görünmez kılıyor. İktidar cephesinde ise “CİMER’e yazın” kolaycılığı hâkim. Yazıyoruz. CİMER, dilekçeyi Adalet Bakanlığı’na iletiyor; Bakanlık “kimse yargıya talimat veremez” diyor. Doğru. Peki, yargının bağımsızlığını güvence altına almak için gerekli kurumsal denetim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik mekanizmalarını kim kuracak? “Talimat veremeyiz” demek, sorunları “görmezden gelebiliriz” anlamına gelemez.
Yargı yorulursa adalet yorgun düşer
Anayasa Mahkemesi Başkanı “vicdanla karar verin” diyor. Güzel söz. Ama adalet vicdanla başlar, yasa ile yürür. Yasalar işletilmediğinde vicdan temenniden ibaret kalır. Vatandaşın hikâyesi basit: Ağır cezada “bu dosyayla ceza veremeyiz” deniliyor; ardından “az bir ceza vermezsek başımız derde girer” endişesi dillendiriliyor ve sekiz yıl adlî kontrol…
Sekiz yıl! Çocuklar beşikteyken sekiz yaşına giriyor; “yurtdışında evi var, ailesi orada” gerekçesi, pasaporta mühür oluyor.
İstinaf’a gidersiniz; dosya “yukarı” atılır. Yargıtay’dan ses gelmez. “AYM var” dersiniz; “incelemeden reddettik” cevabı düşer ekranınıza.
Bir AYM başvurusu kaç emekli maaşı ediyor, kaç ay geçim demek, kaç çocuk maması, kaç kira? Bilen biliyor ama hisseden var mı?
Hukuk, garibanı ezmemek için vardır
Yasalar herkese eşit uygulanmadığında, “kanun önünde eşitlik” sadece ders kitabındaki başlık olarak kalır. Vatandaşın mahkemede sesi duyulmuyorsa, avukat tutmanın bedeli beş–on emekli maaşına denk geliyorsa, adalet iki kere satılamaz bir lüks haline gelir. Lüks adalet, adalet değildir.
“Kelime oyunlarıyla” insanlar yaftalanıyor; “terör” kelimesi cümlenin başına kondu mu, gerisi tartışma dışı sayılıyor. Oysa hukuk, etiketlerin değil, delilin ve usulün alanıdır. “En fazla iki-üç yıl” denilen adlî kontrol, gerekçesiz uzatmalarla hayat boyu damga oluyor; pasaport yasağı bir yurttaşı, ailesinden, ekmeğinden, onurundan koparıyor.
Devlet duvar değil, köprü kurmalı
Devlet, vatandaşıyla arasına duvar değil, köprü kurar. Köprünün ayakları; erişilebilir medya, hesap veren siyaset, işleyen yargıdır. Posta kutuları dolu diye mesajları görmezden gelmek, köprünün ayaklarını gevşetir. Meclis’in kapısı, yalnızca lobi kartı olanlara değil, derdini makul dille anlatan herkese açık olmalı. Gazetecinin inbox’ı tıka basa dolsa bile, okurla kurulan bağ kopmamalı. Yargının takvimi sıkışık olabilir ama onda dokuzun “usulden ret”e döndüğü bir düzen, kimseye güven vermez.
Çare var mı?
Var. Zor ama var.
-
Yargıda şeffaflık ve süre standartları: Adlî kontrol, tutukluluk, pasaport yasağı gibi temel hakları sınırlayan tedbirlerde gerekçe şablonları değil, somut-güncel delil şartı ve otomatik süre denetimi.
-
Hukukî yardımın erişilebilirliği: Barolardan her yurttaş için, belirli eşiklerde kamu destekli avukatlık ve düşük gelirliye başvuru harç muafiyeti.
-
CİMER’den çözüm koordinatörlüğüne: Başvuruların “gönderildi” statüsünde kaybolmadığı, kurumlar arası takip kodu ve süre garantisi.
-
Medya için ombudsman ve açık posta günü: Büyük gazetelerde düzenli “okur dosyası” yayımı; yazarların kutuları dolsa da kurumun okurla iletişimi kesilmesin.
-
TBMM’de halk oturumları: Komisyonlara periyodik yurttaş dinlemeleri; vekilin ajandasında “seçmenin derdi”nin sabit yeri.
Dua kapısı açık; ama adalet kapısı da açık olmalı
Evet, bu ülkenin insanının gidecek yeri yok. Dua kapısı daima açık. Lakin dua, çabanın ikamesi değildir. Adalet için kurumlar çalışmak zorunda; medya işini yapmak zorunda; siyaset, “biz karışmayız” diyerek sorumluluğu masanın altına itemez.
Posta kutularınız dolu olabilir. Lütfen kulaklarınızı kapatmayın. Çünkü bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, duyulmak. Duyulsun ki, hukuk işlesin; hukuk işlesin ki, vicdan rahat etsin.
Son sözüm, karar makamlarına:
Vicdanınızla karar verin, evet. Ama önce yasanın emrettiği usulle. Çünkü hem yasanın hem vicdanın sustuğu yerde, vatandaşın fısıltısı bile çığlığa dönüşür.
YUSUF İNAN / YURTTA SULH CİHANDA SULH
Twitter : @Yusufinan2023
Instagram : yusufinan2023
Instagram : fondinan2016
Email : [email protected]
Web: www.yerelgundem.com













