Kuyu Tipi Cezaevleri Tartışması Büyüyor: İnsani Koşullara Aykırı, Kapatılmalı
CHP’li Rıfat Nalbantoğlu, “kuyu tipi” yüksek güvenlikli cezaevlerinin insanlık dışı olduğunu söyleyerek kapatılmasını istedi; baro, tecrit ve hak ihlali uyarısı yaptı.
“Kuyu Tipi” Cezaevleri Tartışması Büyüyor: “İnsani Koşullara Aykırı, Kapatılmalı”
YEREL GÜNDEM / İZMİR, TÜRKİYE
Ağır Tecrit İddiası ve Ülke Genelindeki Açlık Grevleri
Türkiye’nin farklı illerinde “kuyu tipi” olarak anılan S, Y ve R tipi yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutulan mahpusların süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi başlattığı bildiriliyor. Yaklaşık 40 cezaevi olduğu ifade edilen bu yapılarda bulunan mahpusların; gökyüzünü görme, insan sesi duyma ve dokunma gibi temel duyusal ve sosyal ihtiyaçlardan yoksun bırakıldıkları, bu nedenle tecrit rejiminin kaldırılması, hasta mahpusların tahliyesi ve zorla sevke son verilmesi taleplerini öne çıkardıkları belirtiliyor.
Nalbantoğlu’ndan Sert Mesaj: “Kuyu Tipi Değil, AKP Tipi Hapishane”
CHP İzmir Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Üyesi Rıfat Nalbantoğlu, uzun süredir gündeme getirdikleri uyarıların karşılık bulmadığını vurgulayarak, “Dünyada bu hapishanelerin örneği neredeyse kalmadı. Çağ dışı ve insanlık dışı bir uygulama. Türkiye’deki bu modele ‘kuyu tipi’ yerine ‘AKP tipi hapishane’ demek lazım. Mutlaka kapatılmaları gerek” dedi. Nalbantoğlu, “Bir insan suç işlemiş olabilir; ancak cezasını insani koşullarda çekmelidir” çağrısını yineledi.
Baro Cephesinden Değerlendirme: “İşkencehane ve Ölümhaneler”
İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, söz konusu yüksek güvenlikli mimarinin hukuki, sağlık ve insan hakları bakımından ciddi sorunlar doğurduğunu belirtti. Yılmaz, “Bu alanlar insanlık onuruna aykırı. Kitap erişimi, havalandırma, sağlık hizmetleri başta olmak üzere çok sayıda temel hakta ciddi kısıt var. Emsalsiz bir tecrit boyutu söz konusu. Bu yüzden bu cezaevlerinin ivedilikle kapatılması gerektiğini defalarca duyurduk” ifadelerini kullandı.
Tartışmanın Odak Noktaları: Güvenlik mi, Hak İhlali mi?
“Kuyu tipi” cezaevleri savunucuları, yüksek güvenlik ihtiyacını gerekçe gösterirken; hak savunucuları tecrit sisteminin bizzat güvenliği zedelediğini, psikolojik ve fiziksel tahribat yarattığını savunuyor. Uygulamanın, infaz rejiminin eşitlik ilkesini aşındırdığı ve çifte cezalandırmaya yol açtığı eleştirileri öne çıkıyor. Uzmanlara göre, güneş ışığına erişim, sosyal etkileşim, temel eğitim ve kültürel faaliyet gibi unsurlar, hem rehabilitasyon hem de toplumsal güvenlik açısından vazgeçilmez; uzun süreli tecrit ise ters etki yaratabiliyor.
Talepler ve Olası Yol Haritası
Mahpusların talepleri dört başlıkta toplanıyor:
-
Tecrit rejiminin sonlandırılması ve kuyu tipi cezaevlerinin kapatılması,
-
Hasta mahpuslar için derhal bağımsız sağlık kurulu denetimi ve uygun olanların tahliyesi,
-
Zorla sevk işlemlerine son verilmesi,
-
Şeffaf denetim: Meclis, barolar ve bağımsız insan hakları kurumlarının düzenli izleme yapabilmesi.
Meclis ve ilgili bakanlıklar nezdinde olası adımlar arasında; infaz mevzuatında düzenleme, mimari standartların revizyonu, bağımsız izleme mekanizmalarının güçlendirilmesi ve sağlık protokollerinin evrensel standartlara çıkarılması bulunuyor. Uzmanlar, kesintisiz diyalog kanalı ve takvimlendirilmiş denetim olmadan kalıcı çözümün güç olduğunu vurguluyor.
Siyasi Yansımalar ve Toplumsal Etki
Muhalefet partileri, kuyu tipi cezaevlerini insan hakları ve hukuk devleti kriterleri üzerinden eleştirirken; hükümet cephesi, güvenlik vurgusunu ön plana çıkarıyor. Tartışma, yargı reformu, cezaevi kapasite yönetimi ve rehabilitasyon politikalarıyla doğrudan ilişkili. Sivil toplum örgütleri, sorunun insani boyutunu öne çıkarıp, şeffaf veri paylaşımı ve kamusal tartışma çağrısı yapıyor. Kamuoyunda ise, “güvenlik–hak dengesi”nin ölçülü ve denetlenebilir şekilde kurulması talebi dikkat çekiyor.
Sonuç: Denetim, Şeffaflık ve İnsan Onuru
Kuyu tipi cezaevleri etrafında büyüyen tartışma, insan onuru, güvenlik kaygısı ve hukukun üstünlüğü ekseninde düğümleniyor. Mevcut iddiaların bağımsız denetim ve veriye dayalı olarak ele alınması, hem toplumsal vicdanın hem de uluslararası yükümlülüklerin gereği. Uzmanların ortaklaştığı nokta ise net: İnsani standartlar yükseltilmeden ne güvenlik sağlıklı kalır ne de adalet duygusu.













