Zaruret, Ruhsat ve Azimet Üzerine Derinlemesine Bir Analiz
İslam hukuku, zaruret ve ruhsat kavramlarıyla bireyin hayatını koruma altına alır. Ancak zaruret, suistimal edilmemesi gereken geçici bir kolaylıktır. Bediüzzaman Said Nursi’nin azimet anlayışı ışığında bu konunun detaylı analizi.
Zaruret, Ruhsat ve Azimet Üzerine Derinlemesine Bir Analiz
BİLGETABİRCİ.COM / TÜRKİYE
İslam hukuku, bireyin hayatını ve toplumsal düzeni koruyarak dengenin sağlanmasını amaçlar. Bu çerçevede zaruret, ruhsat ve azimet kavramları, dinî hükümlerin uygulanabilirliği açısından büyük önem taşır. Zaruret, haram olan bir şeyin belirli şartlar altında mübah hale gelmesini sağlayan bir prensiptir. Ancak bu prensibin sınırlarını belirlemek ve yanlış yorumlamalardan kaçınmak, İslam hukukunun temel ilkeleri arasındadır.
Zaruret Kavramı ve İslam Hukukundaki Yeri
Zaruret, kelime anlamı itibarıyla "şiddetli sıkıntı, ihtiyaç" anlamına gelir ve fıkıh literatüründe bir kişinin hayatını ya da uzuvlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalması durumunda, normal şartlarda haram olan bir şeyi kullanmasına izin verilmesini ifade eder.
Bu prensip, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir:
"De ki: Bana vahyolunanda, 'leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka', yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa, bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir." (En’am, 6/145)
Fıkıh usulünde ise bu durum "Zaruretler haram olan şeyleri mübah kılar." kaidesi ile özetlenir. Ancak burada önemli olan, zaruret durumunun gerçekten hayatî bir tehlike taşıması ve kişinin helal bir alternatif bulamaması hâlinde geçerli olmasıdır.
Ruhsat ve Azimet: İslam Hukukundaki Denge Mekanizması
Zaruretin haram olan bir şeyi mübah kılmasına fıkıhta "ruhsat" denir. Ruhsat, normalde haram olan bir fiilin, belirli şartlar altında geçici olarak meşru hale getirilmesi anlamına gelir. Ancak bu durum, bir zaruret hali sona erdiğinde ortadan kalkar ve kişi tekrar asıl hükme dönmekle yükümlüdür.
Ruhsatın karşıtı ise azimettir. Azimet, kişinin normal şartlar altında kendisine farz kılınan hükümlere titizlikle uyması ve dinî vecibelerini eksiksiz yerine getirmesi anlamına gelir. Bediüzzaman Said Nursi’nin şu ifadesi, azimetin önemini vurgular:
"Risâle-i Nur, gerçi umûma teşmil sûretiyle değil, fakat her halde hakîkat-i İslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas velayet ve esas takva ve esas azîmet ve esasat-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir." (Kastamonu Lahikası, s. 48-49)
Bu ifadeyle Nursi, müminin azimeti esas alarak hayatını şekillendirmesi gerektiğini ve ruhsata sadece zaruret halinde başvurulabileceğini vurgulamaktadır.
Zaruret Prensibinin Suistimali
Son yıllarda bazı çevreler, zaruret kavramını yanlış yorumlayarak İslam hukukunun temel ilkelerine aykırı uygulamalara zemin hazırlamaktadır. Örneğin, ekonomik sıkıntı çeken bireylerin faize yönelmeleri, helal olmayan kazanç yollarına başvurmaları veya bazı dinî yükümlülüklerden kaçınmaları zaruret kapsamına sokulamaz. Bediüzzaman, zaruretin suistimal edilmesine karşı şu uyarıyı yapmaktadır:
"Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır. Çünkü zaruret, yalnızca ölüm tehlikesi veya azanın kaybedilme riskine dayalı olarak haramı mübah kılar, fazlasına izin vermez."
Bu bağlamda, zaruret kavramını genişletip günlük hayatın her alanına yaymak, İslam’ın özüne aykırı bir tutumdur. Zaruret, geçici ve istisnai bir durumdur; sürekli hale getirilemez.
Sonuç: Zaruret, Mazeret Değildir!
İslam’da her birey, kendi sorumluluklarını azimet prensibine uygun şekilde yerine getirmekle yükümlüdür. Zaruret, ancak gerçek bir ölüm veya uzuv kaybı tehlikesiyle karşılaşıldığında devreye giren bir ruhsattır. Bu kavramın, bireysel ve toplumsal tembellik için bir mazeret olarak kullanılması dinî açıdan büyük bir hatadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sözleri, bu konuda rehber niteliğindedir:
"Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı marifet, sanat ve ittifak silahıyla cihad edeceğiz."
Zaruret, tembelliğin ve vazgeçişin değil, zor zamanlarda geçici olarak sağlanan bir kolaylığın adıdır. Müminler, ruhsata değil azimete sarılmalı, dinî vecibelerini yerine getirme konusunda hassasiyet göstermelidir.













