Knut Hamsun: Yoksulluktan Nobel'e Edebiyatın Tartışmalı Dahisi
Norveçli romancı Knut Hamsun’un yoksullukla geçen gençliğinden Nobel Edebiyat Ödülü’ne uzanan yolculuğu, eserleri, edebi felsefesi, Nazi Almanyası ile tartışmalı ilişkisi ve dünya edebiyatına etkisi.
Knut Hamsun: Yoksulluktan Nobel'e Edebiyatın Tartışmalı Dahisi
YUSUF İNAN / YEREL GÜNDEM
Norveçli yazar Knut Hamsun, gençlik yıllarında Kristiania (bugünkü Oslo) sokaklarında açlıktan kıvranırken kimse haline aldırış etmedi. Karnını doyurmak için gururunu hiçe sayıp dilenmeye çalıştı; başarısız olunca bir kasaba gidip "köpeğine" vermek üzere kemik istedi ve aslında bu kemikleri kendisi kemirerek hayatta kalmaya uğraştı. Rivayete göre onu yolda bu halde gören bir subay merhamet edip biraz para verince Hamsun birkaç günlük yiyecek alabilmişti.
Yıllar sonra kaderin cilvesi olarak, Hamsun bu korkunç sefalet deneyimini Açlık adlı romanında edebiyata taşıdı ve beklenmedik biçimde dünya çapında ün kazandı. Açlık (1890), genç bir yazarın açlıkla imtihanını çarpıcı bir gerçekçilik ve psikolojik derinlikle anlatarak edebiyatta çığır açtı. Hamsun kısa sürede Norveç'in en önemli romancılarından biri haline geldi; sonunda 1920'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak yoksulluktan zirveye ulaşmayı başardı. Ne var ki, ömrünün sonuna doğru Nazi Almanyası’na duyduğu sempati ve işbirlikçi tutumu nedeniyle itibarını zedeledi ve ülkesinde uzun süre dışlandı. Neredeyse bir asra yayılan yaşamında hem edebi deha hem de tartışmalı bir figür olarak tarihe geçti.
Yoksulluk ve 'Açlık' Romanının Kökenleri
1859 yılında Norveç’in Gudbrandsdal vadisinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Knut Hamsun (doğum adı Knut Pedersen), daha küçük yaşta yoksulluğun pençesini tanıdı. Ailesiyle birlikte ülkenin kuzeyinde Hamarøy bölgesine yerleştiler ve Hamsun çocukluk ile ilk gençlik yıllarında kunduracılık çıraklığından yol işçiliğine, öğretmenlikten çiftçilik işlerine kadar birçok işte çalışarak hayatını kazanmaya çalıştı. Küçük yaşlardan beri edebiyata ilgi duyan Hamsun, yazar olma hayaliyle büyük şehre, dönemin Kristiania’sına gitti ancak burada onu sefalet dolu günler bekliyordu. Geçim sıkıntısı ve işsizlik yüzünden kimi zaman sokaklarda aç kaldı, kalacak yeri olmadığı için geceleri banklarda sabahladı. Bu dönemde sağlığını da yitirme noktasına gelen genç Hamsun, yine de yazma tutkusundan vazgeçmedi.
Yaşadığı açlık ve yoksunluk deneyimleri, Hamsun’un ilk büyük romanı Açlık’a ilham kaynağı oldu. 1890’da yayımlanan Açlık (Norveççe özgün adıyla Sult), 19. yüzyıl sonlarında Kristiania’da yaşayan genç ve isimsiz bir yazarın fiziksel ve psikolojik açlığını yarı-otobiyografik bir biçimde anlatır. Konusu gereği belirgin bir olay örgüsü olmayan romanda, anlatıcı karakter hem karnını doyurmak hem de yazarlık hayallerini gerçekleştirmek için verdiği onur mücadelesini iç monologlar eşliğinde okura aktarır. Hamsun bu eserinde açlığın insanda yol açtığı halüsinasyonlar, gurur çatışmaları ve zihinsel gelgitleri derinlikli bir şekilde işlemiştir. Açlık yayımlandığında edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı; dönemin hüküm süren natüralist ve toplumsal gerçekçi roman anlayışına taban tabana zıt bir üslupla yazılan bu eser, Norveç edebiyatında modernist akımın habercisi olarak karşılandı. Genç yazarın kendi ifadesiyle “kanın fısıltılarını ve iliklerin yakarışlarını” edebiyata taşıyan bu roman, ona ilk başarısını getirerek edebi kariyerinin kapılarını araladı. (Daha sonra Hamsun, Açlık’ı “küçük bir ruh parçasının tarihçesi” diye tanımlayacaktı.)
Edebi Atılımı ve Felsefesi
Hamsun, Açlık ile yakaladığı çıkışın ardından 1890’lar boyunca ardı ardına yenilikçi romanlar kaleme aldı. Gizemler (1892), Pan (1894) ve Victoria (1898) gibi eserlerinde de yine toplumdan kopuk, bireysel tutkularıyla baş başa kalan kahramanların iç dünyalarını lirik bir dille işledi. Dönemin büyük gerçekçi yazarlarına karşı açıktan eleştiriler yönelten Hamsun, edebiyatın asıl görevinin insan zihninin karmaşık devinimlerini yansıtmak olduğunu savunuyordu. 1890 tarihli ünlü bir makalesinde, dönemin moda akımları natüralizm ve realizme tepki göstererek, yazarların “kanın fısıltılarını, iliğin yakarışlarını” duyurması gerektiğini ifade etti. Nitekim kendi romanlarında da sosyal meselelere veya büyük olay örgülerine yer vermeyip karakterlerinin en mahrem düşünce ve hislerine odaklanarak modernist edebiyatın öncülerinden biri oldu. Hamsun’un iç monolog ve bilinç akışı tekniklerini ustaca kullanması, çağdaşlarına da ilham kaynağı oldu; eserlerinin Avrupa edebiyatında yarattığı etki sayesinde pek çok eleştirmen onu “psikolojik roman” türünün öncüsü ilan etti.
Hamsun’un edebî yaklaşımı kadar dünyaya bakışı da alışılmışın dışındaydı. Medeniyete ve şehir yaşamına derin bir şüpheyle yaklaşıyor, insanın özünde toprağa ve doğaya ait bir varlık olduğunu düşünüyordu. Ona göre modern uygarlık insan ruhunu yozlaştırıyor, gerçek huzur ancak ilkel doğayla iç içe yaşamakla elde edilebilirdi. Bu yüzden romanlarında sık sık medeniyetten kaçan, tek başına kırsalda yaşayan münzevi veya serseri karakterler boy gösterir. Pan’ın doğa ile iç içe yaşayan teğmen kahramanı ya da Göçebe (Landstrykere) romanındaki köksüz gezgin tipleri, yazarın “doğaya dönüş” temasının örneklerindendir. Hamsun bu primitivist dünya görüşünü ilerleyen yıllarda başyapıtı sayılacak Toprağın Bereketi’nde (1917) derinlemesine işleyecektir.
Nobel Ödülü ve Eserleri
1900’lü yıllara gelindiğinde Hamsun olgunluk dönemine girmiş, edebî üslubunda bazı değişimler gözlenmeye başlamıştı. Gençlik yapıtlarındaki öfkeli bireycilik yer yer yerini hüzünlü bir içe çekilişe bıraktı; örneğin Sonbahar Yıldızı Altında (1906) ve Bir Yürüyüşçü Günlüğünden (1909) gibi romanlarında orta yaşlı kahramanların melankolik iç hesaplaşmalarını anlattı. 1910’larda ise ilgisini daha geniş toplumsal kesitlere ve kırsal yaşama yöneltti. Bu dönemde kaleme aldığı Çağın Çocukları (1913) ve Segelfoss Kasabası (1915) gibi romanlar, Norveç taşrasındaki günlük yaşamı yerel şive ve ironik bir dille resmediyordu.
Hamsun’un en büyük başarısı, Toprağın Bereketi (Markens Grøde) adlı romanıyla geldi. Kuzey Norveç’in kırsalında geçen bu eser, teknolojiden uzak, toprağa emek vererek yaşayan bir çiftçinin hayatını destansı bir dille anlatıyordu. Yazarın medeniyet eleştirisini ve doğaya duyduğu inancı en olgun biçimde yansıtan Toprağın Bereketi, yayınlandığı 1917’de hem eleştirmenlerin hem de geniş okur kitlesinin takdirini kazandı. Hamsun, bu romanın gördüğü uluslararası başarı sayesinde 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ödül töreninde Toprağın Bereketi çağdaş bir destan olarak övülmüştü. Nobel ile birlikte Hamsun’un ünü zirveye ulaşırken maddi durumu da düzeldi; kazandığı para ödülü sayesinde dünya turuna çıktı. Hatta 1925 yılında İstanbul’u ziyaret ederek izlenimlerini İstanbul’da İki İskandinav Seyyah adlı gezi yazısında kaleme aldı.
Nobel sonrası dönemde Hamsun edebî üretkenliğini sürdürdü. 1920’lerde ve 30’larda art arda romanlar yayımlayarak Norveç toplumunun değişimini ve kendi kuşağının yaşlanma sancılarını işlemeye devam etti. Özellikle “Göçebe Üçlemesi” olarak anılan Göçebe (1927), August (1930) ve Hayat Devam Ediyor (1933) romanlarında, I. Dünya Savaşı sonrasında Norveç kırsalında yaşanan toplumsal dönüşümleri ve kuşak çatışmalarını ele aldı. 1936’da yayımladığı Çember Kapandı (Ringen sluttet) ise yazarın son büyük edebî eseri oldu. 1930’lara gelindiğinde Knut Hamsun, ülkesinde ve dünyada yaşayan bir edebiyat efsanesi, Norveç dilinin ustası ve kültür elçisi olarak görülüyordu. Ancak bu saygın konumu, aynı yıllarda yükselen karanlık ideolojilere karşı takındığı tutum nedeniyle sarsılmak üzereydi.
Savaş Yılları ve Tartışmalı Siyasi Görüşleri
Hamsun’un siyasi görüşleri, özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında, kariyerine gölge düşüren en tartışmalı yönü olmuştur. Aslında Hamsun, savaş öncesinde de Almanya’ya karşı hayranlık besleyen, hatta I. Dünya Savaşı sırasında ülkesinde popüler olmayan Alman yanlısı tutumlar sergilemiş bir isimdi. 1930’larda Norveç’te ortaya çıkan faşist Nasjonal Samling hareketini ve lideri Vidkun Quisling’i destekledi. 1940 baharında Nazi Almanyası Norveç’i işgal ettiğinde, Knut Hamsun ülkesinin direniş göstermemesi gerektiğini savunan ender aydınlardan biriydi. İşgal yıllarında Nazi yanlısı kukla hükümeti açıktan destekleyen yazar, Berlin’e giderek bizzat Adolf Hitler ile tanıştı; hatta 1920’de kazanmış olduğu Nobel madalyasını Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’e hediye edecek kadar ileri gitti.
Savaşın sonunda Hamsun’un işgalcilere desteği, Norveç halkı tarafından affedilmez bir ihanet olarak görüldü. Hitler’in Mayıs 1945’te intiharının ardından Hamsun’un kaleme aldığı övgü dolu nekroloji bardağı taşıran son damla oldu. Ünlü yazar, Nazi diktatörünü “insanlık için bir savaşçı” ve “tüm uluslar için adalet müjdecisi” olarak yücelten ifadeler yayımlayarak ülkesinde büyük infial yarattı. Savaş sonrası kurulan Norveç hükümeti, 85 yaşındaki Hamsun’u vatana ihanet suçlamasıyla tutukladı. Onu halkın öfkesinden korumak için güvenlik güçleri gözetiminde başkentten uzak bir hastanede tutuldu. 1947’de mahkeme karşısına çıkarılan Hamsun, yaşı ve sağlık durumu göz önüne alınarak hapis cezasından kurtuldu; bilirkişi raporlarında “yaşlılıktan bunadığı ve ne yaptığını bilmediği” belirtilerek tam yargılama yapılamadı. Yazar doğrudan Nazilerle işbirliği suçlamasından aklanmakla birlikte, “ahlaken vatana ihanet”ten suçlu bulunarak ağır bir para cezasına çarptırıldı ve mal varlığının önemli bir kısmına el konuldu.
Knut Hamsun, savaşın ardından toplumdan tecrit edilmiş bir halde, devlet gözetiminde küçük bir kasabadaki bakımevinde yaşamını sürdürdü. Bu dönemde anılarını ve kendi savunmasını kaleme aldığı Büyümüş Yollarda (På gjengrodde stier, 1949) adlı kitabında, aslında aklının gayet yerinde olduğunu vurgulayarak kendisine yönelik muameleyi eleştirdi. Ancak kamuoyunun gözünde “hain” damgasını silmesi mümkün olmadı. Hamsun, 19 Şubat 1952’de 92 yaşında hayatını kaybettiğinde arkasında saygınlığı yerle bir olmuş bir isim ve ülkesinde derin bir hayal kırıklığı bırakmıştı.
Edebi Mirası ve Etkisi
Knut Hamsun’un ölümünden sonra Norveç toplumu onun adını anmaktan uzun süre kaçındı. Okurlar, bir zamanlar gurur duydukları bu yazarı affedemeyerek ellerindeki Hamsun kitaplarını kütüphanelerden çıkardılar; bir kısmını meydanlarda ateşe verdiler, bir kısmını ise sessiz bir protestoyla yazarın evinin bahçesine yığıp oradan uzaklaştılar. Ülkesinin ulusal değerlerini hiçe saydığı düşünülen Hamsun, adeta edebiyat dünyasından kolektif olarak silinmek istendi.
Bununla birlikte, Hamsun’un edebî dehası ve yenilikçiliği dünya çapında bütünüyle gözardı edilemedi. 20. yüzyılın pek çok önemli yazarı ondan etkilendiğini dile getirdi. Örneğin André Gide, Hamsun’u Dostoyevski ile eş değerde gördüğünü fakat üslubunu “daha ince” bulduğunu söylemiş; Ernest Hemingway meslektaşı F. Scott Fitzgerald’a Hamsun’u dikkatle incelemesini tavsiye etmiştir. Nobel ödüllü yazar Isaac Bashevis Singer ise Hamsun’u “modern edebiyatın her anlamda babası” olarak nitelendirerek onun 20. yüzyıl roman sanatına yön verdiğini vurgulamıştır. Gerçekten de Thomas Mann, Franz Kafka, Hermann Hesse, Stefan Zweig, Henry Miller ve Charles Bukowski gibi birbirinden farklı ekollerden pek çok edebiyatçı gençliklerinde Hamsun okuyarak ilham aldıklarını belirtmişlerdir. Hamsun’un eserlerinde geliştirdiği bilinç akışı, iç gözlem ve lirizm teknikleri, modern romanın diline yerleşmiş; Açlık ve Pan gibi klasikleşmiş yapıtları dünya edebiyatının unutulmazları arasına girmiştir.
Anavatanı Norveç’te ise Hamsun’a bakış ancak çok yavaş ve kademeli olarak değişebildi. Uzun yıllar boyunca kitapçı raflarında eserlerine rastlamak mümkün değildi; yazarın ismi kültürel hafızada bir utanç vesikası olarak kaldı. Ancak aradan geçen on yılların ardından, Norveçli yetkililer Hamsun’un edebî mirasını tarihsel bağlam içinde değerlendirme yoluna gitti. 2009 yılında, yazarın doğumunun 150. yıl dönümünde Norveç Kültür Bakanlığı himayesinde Hamsun’un anısına kapsamlı etkinlikler düzenlendi. Hamsun’un çocukluğunu geçirdiği Hamarøy kasabasında modern bir müze olan Knut Hamsun Merkezi törenle açılırken, Norveç posta idaresi yazarın portresini taşıyan hatıra pulları bastı. Bu resmi anma girişimleri ülke içinde tartışmaları da beraberinde getirdi; bazı gruplar “Nazi işbirlikçisi” bir figürün onurlandırılmasına tepki gösterirken, yetkililer Hamsun’un eserlerini edebiyat tarihi açısından sahiplenmenin, onun siyasi duruşunu onaylamak anlamına gelmediğini vurguladılar. Sonuç itibariyle Knut Hamsun adı, edebiyat dünyasında hem hayranlık uyandıran bir ustalıkla hem de ahlaki bir yüzleşmeyle anılmaya devam ediyor. Yazar, ardında bıraktığı romanlarıyla modern edebiyata yön vermiş; fakat yaşamının son bölümündeki tercihlerinden ötürü de “sanatçı ile eserini ayrı değerlendirme” tartışmalarının sembol isimlerinden biri olmuştur.
Kaynakça
-
NobelPrize.org – Knut Hamsun – Biographical (Nobel Media, 1920 Nobel Ödülü biyografisi).
-
Encyclopædia Britannica – Hunger (novel by Knut Hamsun), Encyclopædia Britannica Online.
-
Wikipedia – Knut Hamsun (İngilizce Vikipedi maddesi, kapsamlı biyografi ve bibliyografya).
-
The Independent – Andy McSmith, "Rehabilitated: Nobel Prize winner who fell for Hitler" (haber analizi, 7 Ağustos 2009).
-
The Critic Magazine – Richard Holledge, "Novelist, Nobel laureate and Nazi" (Mart 2025).
-
Artful Living – Ali Lidar, "Faşizmin Gölgesinde Bir Büyük Deha: Knut Hamsun" (makale, 1 Şubat 2016).













