Dava Diye Diye Adaleti Yok Ettik
Türkiye’de dindar çevrelerin yıllardır savunduğu “büyük dava” söyleminin, adalet ve insan hakları gibi temel değerleri nasıl geriye ittiği sorgulanıyor. Yazı, İslam’ın adalet vurgusuyla bugünkü uygulamalar arasındaki çelişkilere ışık tutuyor.

Dava Diye Diye Adaleti Yok Ettik
YEREL GÜNDEM / TÜRKİYE
Türkiye’de dindar çevrelerin yıllardır dilinden düşmeyen “büyük dava” söylemi, bugün gelinen noktada adaletin ve vicdanın önüne geçmiş görünüyor. Özellikle son yıllarda yaşanan hukuksuzluklar ve adaletin giderek silikleşen varlığı, birçok inançlı insanı kendi geçmişini ve inanç sistemini sorgulamaya zorluyor.
Dindar Mahallenin Kültürel Yorgunluğu
Kültürel anlamda dindar bir çevrede büyüyen, sanat ve edebiyatla da yakın temas halinde olmuş bireylerin bir kısmı, bugün yaşananları endişeyle izliyor. Çünkü onlara yıllarca anlatılan “dava”nın, adalet ve merhamet gibi temel İslami değerlerle örtüşmediği örneklerle sabit hale geldi.
Bir zamanlar Necip Fazıl’ın dizeleriyle idealize edilen bu dava, zaman içinde soyut bir slogana dönüştü. Adaletle yoğrulması gereken dava bilinci, bugün iktidar çevresindeki bazı dindar gruplar tarafından yalnızca bir araç gibi kullanılmakta.
Adalet Retoriği Geride Kaldı
Dindar aydınların dilinden düşmeyen “adalet, hukuk, hakkaniyet” gibi kavramlar, bugün bizzat aynı mahalle tarafından göz ardı ediliyor. “Devletin dini adalettir” söylemi yerini, “bizimkiler ne yaparsa yapsın doğrudur” anlayışına bırakmış durumda. Kur’an ayetlerinde defalarca altı çizilen “tarafsız şahitlik” ve “adaletle hükmetme” gibi ilkelere rağmen, insanlar özgürlüklerinden edilmekte, muhalifler cezalandırılmakta ve kimse bunun hesabını sormamaktadır.
İktidar Müslümanlığı ve Dine Aykırı Pratikler
Bugünün Türkiye’sinde dindar kimliğe sahip birçok kişi, inandıkları dinin adalet ilkesine aykırı davranışlar sergileyebiliyor. Kur’an’ın adaleti ayakta tutma çağrıları artık birer retorik cümleye dönüşmüş durumda. Hz. Ömer’in adaletiyle başlayan her cümle, cezaevlerinde haksız yere tutulan gençlerin gerçekliğiyle çelişiyor.
Özellikle iktidar çevresinde konumlanan “Müslüman” figürler, başka bir dine inanıyormuş gibi davranarak Kur’an’ın adalet önerisini yok sayıyor. Oysa inançlı bir insanın adaletsizlik karşısında susması, inandığı değerlerle çelişir. İnsanların özgürlüklerini hiçe saymak, sadece bireysel günah değil, toplumsal çürümenin de habercisidir.
Kutsallaştırılmış Dava Uğruna Yapılan Zulümler
Bugün gelinen noktada asıl sorgulanması gereken, “bu dava kimin davası?” sorusudur. Gerçekten Allah’ın davası mı, yoksa bir grubun iktidarını tahkim etme davası mı?
Gençlerin tutuklanması, siyasetçilerin ve gazetecilerin susturulması, muhalefetin kriminalize edilmesi bu dava uğruna mı meşrulaştırılıyor? Eğer öyleyse, artık bu davanın adaletle, insan haklarıyla ve İslam’ın temel değerleriyle hiçbir ilgisinin kalmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu durum, “ekstradan sevap” umarak yapılan hukuksuzlukların, aslında İslam ahlakına ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Adaleti Yeniden Hatırlamak İçin Çok Geç Olmadan
Bugün Türkiye’de hem iktidarın hem de dindar kesimlerin kendilerine sorması gereken esas soru şu: “Kur’an’a mı inanıyoruz, yoksa kendi yazdığımız bir davaya mı?”
Bu sorunun cevabı yalnızca toplumsal vicdanı değil, geleceğimizi de belirleyecek. Zira bir toplumun gerçek gücü, sahip olduğu dava değil, o davayı hangi ahlaki zeminle taşıdığıdır.
Kaynak: Mehmet Ocaktan / Karar